
Bahçeye çıkıyorum, yerde sonbahara doğru giderken sararmış yapraklar ve solarak dökülmüş çiçekler karşılıyor beni; gülleden biri iyice uzamış ama öbürü yeni yeni toparlıyor kendini, galiba ilaçlıyayım derken biraz fazla kaçırmışım dozunu; neyse yeniden çıktı yavaş yavaş yaprakları ama hiç açmadılar bu yaz, ; hanım eli de sarılacak bir yer istiyor artık ; merakla bekliyorum gelecek yaza artık açacak, o aynı adına layık, güzelim kokulu çiçeklerini; Oysa onu alırken, orada tutmaz demişti AOÇ’deki fidanlık yetkilisi. Ya sakız sardunyası! Tüm yaz o güzelim canlı eflatun rengi ile bıkmadan usanmadan açtı ki bilen bilir sakızlar da bir başka güzel olur ve sarkıtır şaçlarını yüksekten; ayrı bir neşe güzellik katar ortama. Bir de beş altı tane ayçiçeğim var ki, çekirdeklerini ta kaç yıl önce bir arkadaşımın bahçesi için almama rağmen artanlar hala bitmeye, büyümeye devam ediyorlar ; Her biri de birer çiçek vermiş patladı patlayacak, bir de yerleri biraz daha geniş olsa... hatta apartman bahçesindekiler açmış bile. Mevsimlik çiçekleri ve ektiğim halde bu yıl bir türlü çıkmayan akşam sefalarını da unutmamak lazım. İşte bu benim küçük bahçem. Bahçem dediğime bakmayın aslında bu kadar sevgili, evimin balkonunda oluşturduğum bir köşe ama her gün uyandığımda ilk günü paylaştığım onlar yine. Şöyle bir yüzümü bile yıkamadan çıkıyorum balkona, önce sabahın serinliğinde rengarenk, pembe, beyaz, eflatun açan ve tavana kadar uzamış sarmaşık ve tüm çiçeklerle bir ruh sefası yapıyorum, günaydın diyorum onlara.
Bu kadar küçük bir köşe bile renk cümbüşü, neşe katıyor eve; zaten ruhumuzda yok mu yeşil… kendimizi yeşilde buluruz, doğada kucaklaşırız her şeyle. Ufak bir fırsat bulunca koşarız bir ağaç altına, bir parka.
Kenti kent yapan aslında ne sadece binalar, ne de müzeler, semtlerdir yerine göre; kenti kent yapan içindeki meydanlar, parklar, göletler, havuzlar ve görmeyi arzuladığınız insanlardır aslında. Onun doğası, onun kişiliğidir. Tabi tarihi ve ilginç, güzel binaları; kültürünü tanımlayan köşeleri de öyle.
İşte kentte kişilik derken büyük bir yeşil içinde, farklı çağrışımlar yapan; gördü mü bir daha görmek isteyeceğimiz köşeler isterim ben bir kentli olarak yaşadığım kentte.
Kenti kent yapan tüm bunları taşıyan semtleri, caddeleri, meydanları, sokaklarıdır aslında.Ve biz o sokaklarda yeşille kucaklaşmak, o yeşilde tarihin izlerini görmek isteriz; tıpkı sayıları gitikçe azalan cumhuriyet dönemi ve öncesi anıt ağaçlar gibi. Ankara’da saysanız kaçı bulur ki toplam(şu an 50-60 kadarı tescilli) Tıpkı eğer bulursanız, sokağımda penceremin önünde bana merhaba diyen bir akasya ağacı gibi; tıpkı Kumrulardaki o yüce doğu ve batı çınarları gibi; tıpkı Keçiörendeki 300 yaşındaki dut ağacı, Bakanlıklardaki tek tük kalanlardan biri olan anıt kavak, A.Ü. Tandoğan kampüsündeki veya istasyondaki tarih öncesi ağaç ginko bloba ve Kızılayın, sıhhıye tarafındaki girişindeki çok az sayıda olan pembe çiçekli atkestaneleri gibi(dikkat edilirse genelde beyaz çiçeklidirler) ve tabi hala öyle mi bilmem, korunmuş olarak kalan Keçiören’in bittiği yerdeki Hacıkadın vadisi gibi ; Hikmet Birand’ın Tübitak yayınlarından Alıç Ağacı ile Sohbetler ve Anadolu Manzaraları kitaplarında olduğu gibi.Ama diyemeyeceğim, tıpkı Kavaklıdereye ismini veren kavaklar gibi çünki hiç mi hiç kalmadılar cahilliğimizin eseri olarak . Eğer görür ve farkına varırsanız tabi ve tek tek bu Ayşe, bu Mehmet der gibi tanırsanız onları.
İşte ben de, gerçekten bakınca sokağımda, evimin bahçesinde, semtimin parklarında, şehrin içinde ve çevresinde her tarafta beni saran bir yeşil içinde sürsün isterdim hayatım çünkü biliyorum ki böyle bir ortam beni çok daha iyi, çok daha güzel ve çok daha mutlu hissettirecek. Kentte bir parka girdiğiniz aman kentin o keşmekeşinden kopup, bir doğa parçasında olduğunuz hissettirecek parklar isterim, asırlık ağaçlar, kuş sesleri, doğal yollar… ki ruhum kavuşun o eski tanıdığa.. Yapılan araştırmalar da bunu bu şekilde ortaya koymakta. Hatta böyle bir kentte suç oranlarının bile düştüğü gözlenmiş . Diğer oksijen, toz, sıcak, soğuk, estetik değerlerini vb. söylemeye bile gerek görmüyorum.Ama bilene ve farkında olana tabi. Ufak bir alana sıkışmış parklar, parkın içinden geçen otobanlar değil görmek istediğim Kuğulu park örneğinde olduğu gibi
Şu an yapabildiğim tüm bu farkındalıkla, olabildiğince kesilmesinler diye korumak zorunda kaldığım çevredeki ağaçlar, hatta dallarını kırmasınlar diye uğraştığım apartman bahçesindekiler ki nerede ise sokakta tek çeşit ve zenginlik yönünden bu bahçe ve tabi bir de benim ellerimle oluşturduğum balkondaki bahçem var anlattığım gibi … Her balkon aslında önce o eve, sonra o sokağa neler neler katabilir ve tabi oradan doğacak her bir müzik de taşarak bahçelere, caddelere, semtlere, kente … Su mu , kanımca kurulacak sistemlerle her bir apartmandan çıkacak atık sular ki tüm yaz bahçeyi sulamaya yeter de artar bile, yeter ki iste.
Bu yazıda sorunlar dilimin ucuna gelip gelip gidiyorsa da daha çok çözümdeki resmi paylamak istedim aslında.
Biliyor musunuz, dağlarımızda ne kadar çok ağaç, çalı ve bitki çeşidimiz var ki bunlar kent peyzajında rahatlıkla kullanılacak türde ve özellikte ama gördüklerimiz durmadan ekilip, dikilip, sökülen ithal ağaçlar mı acaba ve tabi geçen zaman en büyük kayıpken, sonra emek, para ve yok olup giden kent kişiliği, hayatlarımız; tabi bir de tüm bu negatif bilincin farkındalığı ve zaten yeterli olmayan toplumsal etkisi.
Kentlerde yeşile ayrılan alan miktarı çok daha fazlalaştırılmalı, betonlaşma oranları düşmeli, İklim değişikliğinden, küresel ısınmanın gittikçe arttığı kentler için yeşil pek çok yönden bir kalkan aslında.
Yapacak çok şey var ama önce farkına varmak ve farkındalık yaratmak …
Zuhal Mutlu
20.Ağustos.2009
Bu kadar küçük bir köşe bile renk cümbüşü, neşe katıyor eve; zaten ruhumuzda yok mu yeşil… kendimizi yeşilde buluruz, doğada kucaklaşırız her şeyle. Ufak bir fırsat bulunca koşarız bir ağaç altına, bir parka.
Kenti kent yapan aslında ne sadece binalar, ne de müzeler, semtlerdir yerine göre; kenti kent yapan içindeki meydanlar, parklar, göletler, havuzlar ve görmeyi arzuladığınız insanlardır aslında. Onun doğası, onun kişiliğidir. Tabi tarihi ve ilginç, güzel binaları; kültürünü tanımlayan köşeleri de öyle.
İşte kentte kişilik derken büyük bir yeşil içinde, farklı çağrışımlar yapan; gördü mü bir daha görmek isteyeceğimiz köşeler isterim ben bir kentli olarak yaşadığım kentte.
Kenti kent yapan tüm bunları taşıyan semtleri, caddeleri, meydanları, sokaklarıdır aslında.Ve biz o sokaklarda yeşille kucaklaşmak, o yeşilde tarihin izlerini görmek isteriz; tıpkı sayıları gitikçe azalan cumhuriyet dönemi ve öncesi anıt ağaçlar gibi. Ankara’da saysanız kaçı bulur ki toplam(şu an 50-60 kadarı tescilli) Tıpkı eğer bulursanız, sokağımda penceremin önünde bana merhaba diyen bir akasya ağacı gibi; tıpkı Kumrulardaki o yüce doğu ve batı çınarları gibi; tıpkı Keçiörendeki 300 yaşındaki dut ağacı, Bakanlıklardaki tek tük kalanlardan biri olan anıt kavak, A.Ü. Tandoğan kampüsündeki veya istasyondaki tarih öncesi ağaç ginko bloba ve Kızılayın, sıhhıye tarafındaki girişindeki çok az sayıda olan pembe çiçekli atkestaneleri gibi(dikkat edilirse genelde beyaz çiçeklidirler) ve tabi hala öyle mi bilmem, korunmuş olarak kalan Keçiören’in bittiği yerdeki Hacıkadın vadisi gibi ; Hikmet Birand’ın Tübitak yayınlarından Alıç Ağacı ile Sohbetler ve Anadolu Manzaraları kitaplarında olduğu gibi.Ama diyemeyeceğim, tıpkı Kavaklıdereye ismini veren kavaklar gibi çünki hiç mi hiç kalmadılar cahilliğimizin eseri olarak . Eğer görür ve farkına varırsanız tabi ve tek tek bu Ayşe, bu Mehmet der gibi tanırsanız onları.
İşte ben de, gerçekten bakınca sokağımda, evimin bahçesinde, semtimin parklarında, şehrin içinde ve çevresinde her tarafta beni saran bir yeşil içinde sürsün isterdim hayatım çünkü biliyorum ki böyle bir ortam beni çok daha iyi, çok daha güzel ve çok daha mutlu hissettirecek. Kentte bir parka girdiğiniz aman kentin o keşmekeşinden kopup, bir doğa parçasında olduğunuz hissettirecek parklar isterim, asırlık ağaçlar, kuş sesleri, doğal yollar… ki ruhum kavuşun o eski tanıdığa.. Yapılan araştırmalar da bunu bu şekilde ortaya koymakta. Hatta böyle bir kentte suç oranlarının bile düştüğü gözlenmiş . Diğer oksijen, toz, sıcak, soğuk, estetik değerlerini vb. söylemeye bile gerek görmüyorum.Ama bilene ve farkında olana tabi. Ufak bir alana sıkışmış parklar, parkın içinden geçen otobanlar değil görmek istediğim Kuğulu park örneğinde olduğu gibi
Şu an yapabildiğim tüm bu farkındalıkla, olabildiğince kesilmesinler diye korumak zorunda kaldığım çevredeki ağaçlar, hatta dallarını kırmasınlar diye uğraştığım apartman bahçesindekiler ki nerede ise sokakta tek çeşit ve zenginlik yönünden bu bahçe ve tabi bir de benim ellerimle oluşturduğum balkondaki bahçem var anlattığım gibi … Her balkon aslında önce o eve, sonra o sokağa neler neler katabilir ve tabi oradan doğacak her bir müzik de taşarak bahçelere, caddelere, semtlere, kente … Su mu , kanımca kurulacak sistemlerle her bir apartmandan çıkacak atık sular ki tüm yaz bahçeyi sulamaya yeter de artar bile, yeter ki iste.
Bu yazıda sorunlar dilimin ucuna gelip gelip gidiyorsa da daha çok çözümdeki resmi paylamak istedim aslında.
Biliyor musunuz, dağlarımızda ne kadar çok ağaç, çalı ve bitki çeşidimiz var ki bunlar kent peyzajında rahatlıkla kullanılacak türde ve özellikte ama gördüklerimiz durmadan ekilip, dikilip, sökülen ithal ağaçlar mı acaba ve tabi geçen zaman en büyük kayıpken, sonra emek, para ve yok olup giden kent kişiliği, hayatlarımız; tabi bir de tüm bu negatif bilincin farkındalığı ve zaten yeterli olmayan toplumsal etkisi.
Kentlerde yeşile ayrılan alan miktarı çok daha fazlalaştırılmalı, betonlaşma oranları düşmeli, İklim değişikliğinden, küresel ısınmanın gittikçe arttığı kentler için yeşil pek çok yönden bir kalkan aslında.
Yapacak çok şey var ama önce farkına varmak ve farkındalık yaratmak …
Zuhal Mutlu
20.Ağustos.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder